Genel Jinekoloji (kadın hastalıkları) hakkında sıkça sorulan sorular ve merak ettikleriniz bu sayfada … Daha fazlası için bizimle iletişime geçebilirsiniz

Hirsutizm (kıllanma artışı)

Hirsutizm kıllanma artışı Hirsutizm, yani kıllanma artışı, androjen yani erkeklik hormonu bağımlı seksüel kılların fazla büyümesidir. Sıklıkla üst dudak, çene, kulaklar, yanaklar, karının alt kısmı, sırt, göğüs ve kol ve bacakların üst kısımlarındaki kılların artması şeklinde görülür. Kollarda hafif kıllanma artışından, erkek tipi sakala kadar değişkenlik gösteren şiddette olabilir.

Hirsutizmin sebebi, vücutta androjenlerin yani erkeklik hormonlarının aşırı üretimine ya da kıl hücrelerinde androjenlere hassasiyetin artmasına bağlı olabilir

Devamını Oku


Servisit (rahim ağzının enfeksiyonu)

Servisit rahim ağzının yani uterusun serviksinin enfeksiyonudur. Vakaların büyük bir oranında etyolojik neden bulunamaz. Belirlenebilen en sık nedenler Chlamydia trachomatisve Neisseria gonorrhoeae’dir, ancak yine de bu enfeksiyonu geçiren kadınlarında da çok az bir kısmı servisit olur. Enfeksiyon dışında ise yabancı cisimlere bağlı kontakt travma (pesser, diyafram, tampon, RİA ipi), malignensiler, radyasyon, prezervatifin içerdiği latekse karşı hassasiyet gibi nedenlere bağlı olabilir; antibiyoterapiye rağmen iyileşmeyen bir servisiti olan kadınlarda bu nedenler akla gelmelidir.


Servisitte nasıl bulgular görülür?

Gonokokal ya da klamidyal servisiti olan kadınların büyük çoğunluğu asemptomatiktir. Semptomlar ise sıklıkla nonspesifiktir; serviksin içinden gelen pürülan ya da mukopürülan akıntı, adet dönemleri arasında ya da ilişki sonrası kanama, idrar yaparken ağrı ya da sık idrara çıkma, ilişki sırasında ağrı görülebilir.

Tek başına servisit varlığında ağrı görülmesi nadirdir. İdrar semptomları ise sıklıkla eşzamanlı klamidyal idrar yolu enfeksiyonlarına bağlıdır.

Muayenede serviks hareketleri ağrılı ya da hassas olabilir, ancak temel bulgu servikal kanaldan gelen ve/veya yüzeyi kaplayan akıntıdır. Serviks hassastır, muayene esnasında kanayabilir.


Servisit tanısı ve tedavisi nasıl yapılır?

Servisit tanısı kliniktir ve serviksten dışarıya gelen pürülan ya da mukopürülan akıntıya ve/veya uzun süredir olan ve muayenede hafif bir travmayla tetiklenen endoservikal kanamaya dayanır. Servisit şüphesi durumunda klamidya ve gonore testi yapılmalı, pelvik inflamatuvar hastalık ekarte edilmeli ve bakteriyel vaginozis ve trikomoniyazis varlığı değerlendirilip tedavi edilmelidir.

Tedavinin hedefi semptomların iyileştirilmesi ve üst genital sistemi enfeksiyonlarının önlenmesidir. Çoğu kadın ilk tanı anında ampirik olarak tedavi edilir. Servisit için ampirik tedavi olarak klamidya düşünüldüğünde tek doz 1 gram azitromisin ya da 7 gün süreyle günde iki kez 100 mg doksisiklin kullanılır. Tedavi süresince (en az yedi gün) cinsel ilişkiden kaçınılmalıdır ve semptomların durumuna göre eş tedavisi planlanabilir. Gonore düşünüldüğünde ise tek doz 250 mg seftriakson ya da tek doz 400 mg sefiksim kullanılabilir. Trikomonas için ise metronidazol tek doz halinde 2 gram olarak kullanılabilir. Etken patojen saptanamadığında ya da ampirik olarak tedavi uygulanmak istendiğinde, ilk başlangıçta gonore ve klamidyaya karşı etkin olan bir tedavi uygulanması uygun olacaktır. Bu tedaviyle iyileşmediği taktirde, aneorobikleri de içeren metronidazol tedavisi denenebilir.

Tedavilere rağmen tekrarlayan ya da iyileşmeyen hastalık varlığında, etken patojenin belirlenmesine yönelik servikal kültür vb yöntemler uygulanabilir.


Postpartum endometrit (doğum sonu rahim içi iltihabı)

Postpartum endometrit ne demektir?

Doğum sonrasındaki loğusalık döneminde, rahimin iç yüzeyini kaplayan desidua adlı tabakanın enfeksiyonuna postpartum endometrit adı verilir. Doğum sonrasında görülen ateşin en sık nedenlerinden biridir (doğum sonrası ilk 10 günde görülen ≥38.0 derece ateş). Bu enfeksiyon tipik olarak birden fazla mikroba bağlı olarak oluşur ve genital sistemde yerleşmiş olan aerobik ve anaerobik mikropları birlikte içerir. Bu durumun görülmesi için en önemli risk faktörü sezaryen doğumdur. Bununla birlikte, uzamış doğum, çok sayıda servikal muayene, plasentanın elle çıkarılması gibi başka risk faktörleri de mevcuttur. Postpartum endometritin tanısı büyük oranda, yeni doğum yapmış bir kadında ateş ve rahim muayenesinde hassasiyet şeklindeki klinik bulgulara dayanarak konur. Tanıyı destekleyen diğer bulgular arasında doğum sonu akıntının kirli görüntüde olması, titreme ve alt karın bölgesinde ağrı vardır. Uterus yumuşak olup doğum sonrasında yeterince toplanmamış olabilir ve bu da aşırı kanamaya yol açabilir.

Doğum sonu endometritle karışabilecek diğer durumlar, yara yeri enfeksiyonu (sezaryen yarasının ya da epizyotominin mikrop kapması), meme absesi ya da iltihabı, idrar yolu enfeksiyonu, aspirasyon pnömonisi gibi anestezi komplikasyonları, derin ven trombozu ve pulmoner embolizmdir.

Tanıda laboratuvar testlerinin yeri kısıtlıdır, artmış beyaz küre ya da nötrofil sayıları bulunabilir. Tanı amaçlı endometriyal kültür yapılması pek tercih edilmez çünkü rahim ağzından geçeririlirken materyal başka etken patojenlerle bulaşabilir. Başka bir ateş nedeni (örneğin pnömoni, derin ven tromboz vb) araştırılması amacıyla görüntüleme yöntemleri kullanılabilir.


Postpartum endometrit tedavisi ve önlenmesi için neler yapılır?

Tedavinin amacı semptomların hafifletilmesi olduğu kadar, periton zarlarının iltihabı (peritonit) ya da pelvik abse gibi sekellerin de önlenmesidir. Tedavide geniş spektrumlu antibiyotiklerin kullanımı önerilir. Sıklıkla uygulanan protokol klindamisin (sekiz saatte bir 900 mg) artı gentamisindir (kiloya göre dozu ayarlanır). Tedaviye, hasta klinik olarak iyileşene ve ateşsiz en az 24 saat geçirene dek devam edilir. Damardan tedavi sona erdikten sonra, ağızdan antibiyotik tedavisinin yedi güne tamamlanması gerekebilir. Bazen, ultrasonla rahim içerisinde gebelik materyalinden bir parça (plasenta parçaları gibi) kaldığı saptanırsa, tedaviye ek olarak küretajla rahim içinin temizlenmesi gerekebilir. Sezaryen esnasında antibiyotik profilaksisi yapılması, bu durumu belirgin oranda azaltır. Ancak normal doğumda rutin olarak antibiyotik kullanılmasının endometrit üzerinde bir etkisi bulunmamıştır. Ancak plasentanın elle çıkarılması gibi durumlarda önleyici antibiyotik verilmelidir.


Bakteriyel vaginozis

Bakteriyel vaginozis ne demektir?

Bakteriyel vaginozis, çocuk doğurma çağındaki kadınlarda en sık vaginal akıntı nedenidir (yaklaşık olarak akıntı vakalarının yarısı). İnflamasyon olmayıp sadece akıntı olduğundan bu duruma vaginit değil vaginozis adı verilir. Bakteriyel vaginozis tek bir mikroorganizmaya bağlı olarak oluşmaz; vaginal florada normal olarak baskın olan laktobasillerin azalarak diğer organizmaların, özellikle de anaerobik olanların oranının artmasına bağlı olarak oluşur. Flora dengesinin bozulmasına bağlı olarak vagina pH’sı da artar. Bakteriyel vaginozisin oluşmasını kolaylaştıran risk faktörleri birden fazla cinsel partner ya da yeni bir cinsel partner, vaginal duş uygulaması ve sigara kullanımıdır. Hastaların yarısı ile dörtte üçü semptomsuzdur. Semptomu olanlarda, sıklıkla, ilişki sonrasında daha fazla görülen, balığımsı, rahatsız edici bir koku bulunabilir. Akıntı soluk beyaz, ince kıvamlıdır. Tipik olarak kaşıntı, kızarıklık, şişlik gibi inflamasyon belirtileri yoktur; nadiren idrar yaparken ve cinsel ilişki sonrasında ağrı olabilir.

Bakteriyel vaginozis tanısı nasıl konur?

Bakteriyel vaginozis tanısı klinik bulgulara ve laboratuvar testlerine dayanır. Uygulamada kolaylık sağlayacak dört temel tanı kriteri vardır: Homojen, ince kıvamlı, grimsi beyaz akıntı, vaginal pH’nın 4,5’tan yüksek olması, whiff-amin testi adlı testin pozitif olması (akıntıya KOH damlatılınca balık kokusu oluşması) ve ıslak yaymada ipucu hücreleri denen hücrelerin görülmesi. Tanıda vaginal kültürün rolü yoktur çünkü bakteriyel vaginozis için spesifik bir bakteri yoktur.

Bakteriyel vaginozisin önemli olduğu durumlar var mıdır?

Bakteriyel vaginozisli gebe kadınlar erken doğum için daha yüksek bir risk taşır. Ayrıca bakteriyel vaginozis varlığında endometrit, doğum sonu ateş, düşük sonu enfeksiyon gibi bazı durumların ve HIV, HSV – 2, gonore ve klamidya bulaşı riski artar.

Gebe olmayan kadınlarda bakteriyel vaginozis tedavisi

Gebe olmayan kadınların üçte birine kadarında ve gebelerin yarısına kadarında bakteriyel vaginozis kendiliğinden geçer. Semptomatik olanlarda ya da küretaj ya da ameliyat planlananlarda sonraki enfeksiyonların önlenmesi için tedavi edilmelidir. Ağızdan ya da vaginal yolla uygulanan metronidazol ya da klindamisin kullanılır. Bakteriyel vaginoziste eş tedavisinin yararı ispatlanmamış olduğundan, rutinde eş tedavisi uygulanmaz. Tedaviye yanıt alınan hastaların %30 kadarında üç ay içinde semptomlar tekrarlayabilir, bu vakalarda tedavi aynen tekrarlanabileceği gibi, farklı ajanlar da denenebilir. Prezervatif kullanımı enfeksiyonun tekrarlanma oranını azaltabilir. Vagina florasını düzenleyen asidik ajanların tedavide rolü olup olmadığı net bilinmemektedir. Gebe olmayan kadınlarda, birkaç ay içinde kendi kendini sınırlayacağından ve antibiyotik tedavisi de mantar enfeksiyonlarına yola açabileceğinden, asemptomatik enfeksiyonların tedavi edilmesi önerilmez. Ancak jinekolojik bir girişim ya da operasyon planlanıyorsa tedavi edilmelidir.

Gebelerde bakteriyel vaginozis tedavisi

Gebelikte tüm semptomatik bakteriyel vaginozis vakaları tedavi edilmelidir. Gebelerde metronidazol ya da klindamisinle tedavi uygulanabilir (metrnidazolün gebeliğin ilk üç ayında kullanımı önerilmez). Gebelerde sıklıkla lokal tedavi yani vaginal ovül uygulamaları tercih edilmektedir. Gebelikte bakteriyel vaginozisin erken doğum ya da sezaryen sonrası endometrit gibi komplikasyonlara neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, teorik olarak asemptomatik vakaların da tedavi edilmesinden yarar sağlanabilir. Ancak yapılan büyük klinik çalışmalar ve meta analizlerin sonuçlarına göre, gebelerde asemptomatik bakteriyel vaginozisin tedavi edilmesi önerilmemektedir. Emziren annelerde bakteriyel vaginozis tedavisinde klindamisin kullanılabilir, ancak süte geçtiğinde bebekteki yan etkilerinin daha az olması için ağızdan değil de vaginal fitil şeklinde kullanılmalıdır.

Mantar enfeksiyonu (kandida vulvovaginiti)

Mantar vaginiti nedir?

Vaginit vakalarının yaklaşık olarak üçte birinden mantarlar (kandida) sorumludur. Mantar vaginiti cinsel yolla bulaşan bir hastalık değildir. Sağlıklı ve hiçbir şikayeti olmayan kadınların %20 – 50’sinin vaginal florasında kandidalar da yaşar. Flora dengesinin bozulması durumlarında görülen bu enfeksiyon oldukça sıktır, örneğin menopoz öncesi kadınların yüzde 75’i hayatları boyunca en az bir kez mantar enfeksiyonu geçirmiştir. Mantar enfeksiyonları en sık yakın zamanda antibiyotik tedavisi kullanımı, immün sistemin baskılanması gibi durumlarda ortaya çıkar.

Mantar enfeksiyonunun risk faktörleri ve belirtileri nelerdir?

Vulvovaginal kandidiyazis atakları sıklıkla belirlenebilen bir altta yatan neden olmaksızın ortaya çıkar. Bununla birlikte, diabetes mellitüsü olanlarda, antibiyotik kullananlarda, östrojen seviyesi yükselmiş olanlarda (örneğin oral kontraseptif kullanımı, gebelik ve östrojen tedavisi), immün baskılanma durumlarında (HIV enfeksiyonu ya da kortikosteroid kullanımı), vagina içine yerleştirilen gebelikten korunma yöntemlerinin kullanımı (diyafram, vaginal süngerler), genetik yatkınlık durumlarında daha sık görülmektedir.

Mantar enfeksiyonunun en belirgin bulgusu vulvar kaşıntıdır. Kadınların büyük çoğunluğunda idrar yaparken yanma, ilişki esnasında ağrı, irritasyon gibi belirtiler de olabilir. Sıklıkla akıntı yoktur ya da beyaz peynir kesiği gibi yoğun bir akıntı vardır. Muayenede vulva ve vagina kızarıktır ve yoğun, koyu kıvamlı beyaz akıntı görülebilir.

Bir yılda dört ya da daha fazla atak görülmesine tekrarlayan vulvovaginal kandidiyazis adı verilir, bu durum sağlıklı kadınların % 5- 8’inde görülür. Bu durum sıklıkla kötü kontrollü diabetes mellitus ya da immünsupresif tedavi alan kadınlarda görülür. Geri kalan vakalarda ise genetik yatkınlık söz konusu olabilir. Tekrarlayan mantar enfeksiyonu olan kadınlarda, mantar ilaçlarıyla uzun süreli idame tedavisi uygulanarak tekrarlamalar önlenmeye çalışılır ve bazı yaşam tarzı değişiklikleri yapılır (dar iç çamaşırı ve tayt giyilmemesi, vaginal kayganlaştırıcılar kullanılmaması gibi).

Mantar enfeksiyonunun tedavisi

Komplike olmayan enfeksiyonlar sıklıkla birkaç hafta içinde tedaviye yanıt verir. Sıklıkla tek doz antifungal ajanlar tedavi için yeterlidir, bazen fitil şeklinde lokal tedaviyle desteklenir. En sık kullanılan ajan flukonazoldür. Komplike enfeksiyonların (örneğin diabetik, immünsuprese hasta, şiddetli bulgu ve belirtiler, gebelik varlığı..) ise tamamen geçmesi için birkaç hafta ve gerekebilir. Bu vakalarda tek doz yerine bir hafta arayla iki kez flukonazol kullanımı dah ayüksek etkinlik sağlayabilir. Gebelerde yedi gün süreyle klotrimazol ya da mikonazol gibi bir fitille lokal tedavi uygundur. Gebeliğin ilk üç ayı içinde azol grubu ilaçların ağızdan uygulanması bebekte sakatlığa yol açabileceğinden uygun değildir.


Kadınlarda komplike olmayan idrar yolu enfeksiyonları(akut nonkomplike sistit ve piyelonefrit)

Akut sistit mesanenin (alt idrar yollarının), akut piyelonefrit ise böbreklerin (üst idrar yollarının) enfeksiyonunu tanımlamaktadır. Cinsel olarak aktif dönemde olan genç kadınlarda semptomatik üst idrar yolları enfeksiyonu sık görülür. Risk faktörleri arasında cinsel ilişki, yakın zamanda spermisid kullanımı ve geçirilmiş idrar yolu enfeksiyonu hikayesi bulunmasıdır. Akut piyelonefrit sistitten daha seyrek görülür. Sistitin klinik bulguları arasında dizüri (idrar yaparken ağrı), sık idrara çıkma, sıkışma (sürekli idrarının olduğunu sanma) hissi, karın ağrısı, kanlı idrar yapma olabilir.

Piyelonefritin bulguları arasında ise yukarıdakilerin yer alabileceği gibi, ateş (>38ºC), titreme, yan ağrısı, kostovertebral açı hassasiyeti ve bulantı kusma da görülebilir. Komplike olmayan idrar yolları enfeksiyonlarının tanısı için klinik hikaye ve muayene bulguları dikkate alınır. Laboratuvar testlerinden idrar analizi ve idrar kültürü tanı koymada yardımcı olabilir. İdrar tahlilinde piyüri hemen hemen tüm vakalarda saptanır. İdrar kültüründe etken bakterinin üretilmesi ve ona uygun etkili antibiyotiğin saptanması tedaviyi kolaylaştırır.

İdrar yolları enfeksiyonunun tedavisi uygun antibiyotikler ve idrar yolları antiseptikleriyle yapılır. En sık kullanılan ilaçlar arasında, nitrofurantoin, trimetoprim sülfametaksazol ve fosfomisin vardır. Bu ajanlar arasında seçim hastanın bireysel ihtiyaçlarına (alerji, tolerabilite, uyum) göre yapılır. Örneğin hastamız gebe ise kinolon grubu antibiyotiklerin kullanılması kesinlikle sakıncalıdır, ya da penisilin grubu antibiyotiklere alerjisi olması durumunda sefalosporin grubu da kullanılmamalıdır.

Nitrofurantion ve fosfomisin, klinikte idrar yolu enfeksiyonlarında en sık kullanılan ajanlardır. İdrar yolu enfeksiyonu olan hastalarla yapılan bir çalışmada fosfomisine karşı hiç direnç görülmemiştir ve hastaların çok büyük bir oranı (%93) iyileşmiştir. Hem bu sebepten, hem de gebelerde de güvenle kullanılabildiğinden, bizim de klinikte ilk basamakta en sık kullandığımız üriner antibiyotik + antiseptik, fosfomisindir.

Bilinen ya da şüpheli piyelonefriti olan hastalarda idrar kültürü ve antibiyotik duyarlılık testi (antibiyogram) yapılmalı ve etken patojen saptanmalıdır. Hastalığın şiddetine, toplumda en sık görülen etken patojenlere ve alerji ya da intolerans gibi hastayla ilişkili faktörlere dayanarak seçilen bir ampirik antibiyotikle tedaviye de derhal başlanmalıdır. Piyelonefrit sistitten çok daha ciddi bir enfeksiyondur, bu nedenle antibiyotik tedavisinin etkin olması çok önemlidir. Hafif – orta şiddette piyelonefriti olan hastalar ayaktan tedavi edilebilirlerse de, şiddetli piyelonefriti olan hastaların hastanede yatarak tedavi edilmesi gerekir.


Dış gebelik (ektopik gebelik)

Dış gebeliğin klinik bulguları, tanısı ve tedavisi

Dış gebelik, rahim içinde oluşması gereken gebelik kesesinin rahim dışında herhangi bir yerde (tüplerde, yumurtalıklarda ya da karın boşluğunda) oluşmasıdır. Rahim dışındaki diğer organlar gittikçe büyüyen bir gebelik kesesiyle beraber büyümeye uygun olmadıkları için yırtılırlar ve bu hadise sıklıkla iç kanamayla sonuçlanır.

 

Dış gebeliğin tanısı nasıl konur?

Klinik bulgular sıklıkla son adet tarihinden 6 – 8 hafta sonra ortaya çıkmaya başlar. Gebeliğin normal bulgularının (göğüslerde hassasiyet, sık idrara çıkma, bulantı) yanısıra, sıklıkla klasik semptomlar olarak karın ağrısı, amenore ve vaginal kanama görülür. Bu semptomlar hem rüptüre olmuş (patlamış) hem de rüptüre olmamış vakalarda görülebilir. Tüplerin rüptüre olması sonucunda sızan kan omuz ağrısına da neden olabilir. Sersemlik hissi ve şok (bayılma) tüpün yırtıldığını ve yoğun karın içi kanamayı akla getirir. Muayenede sıklıkla dış gebelik için tipik olan bir bulgu yoktur. Tanıyı doğrulayacak tek bir muayene, hikaye ya da laboratuvar bulgusu yoktur. Dış gebeliğin tanısı görüntüleme (ultrason) ve laboratuvar testlerinin (kanda gebelik testi – beta Hcg) birleştirilip yorumlanmasıyla konur. Serum Hcg seviyesi 1500 ya da 2000 IU/L ya da üzerinde olduğunda transvaginal ultrasonla (daha yüksek olduğunda [ör. 6500 IU/L] transabdominal ultrasonla) rahim içinde gebelik kesesinin görülebilmesi gerekir.

Ultrasonda gebelik kesesinin tüplerde ya da yumurtalıkta yerleştiği görülürse tanı doğrudan da konabilir. Eğer görülmezse, kanda gebelik testinin pozitif olduğu kadınlarda, gebelik testinin yükselmesi gereken oranlarda yükselmemesi ve ultrasonda rahim içinde gebelik kesesinin oluşmadığının görülmesiyle tanıdan şüphelenilir ve günlük ya da gün aşırı takip yapılır. Bazen, dış gebelik mi bozulmuş bir gebelik mi olduğunun ayrımının net olarak yapılabilmesi için rahim içerisinden küretajla parça alınarak patolojik inceleme yapılması gerekebilir. Ayrıca serum progesteron seviyesi ölçümü de bir gebeliğin sağlıklı bir gebelik olup olmadığı hakkında fikir verebilir.

Adet gecikmesi ve karın ağrısı, dış gebelikten ziyade erken gebelik ya da bunun komplikasyonlarını düşündürür.

 

 

 

 

 

Dış gebelik tedavi edilmezse ne olur?

Dış gebelik tedavi edilmezse, tüplere yerleşmişse iki seçenek vardır, ya tüplerden karın boşluğuna atılırak (tubal abortus) ya da tüpü patlatarak iç kanamaya neden olur. Bazen de kendi kendine sınırlanarak vücut tarafından yok edilir.

Dış gebeliğin tedavisi nasıl yapılır?

Dış gebelik teşhisi konan tüm kadınlarda, iç kanama riskinin oldukça yüksek olmasından dolayı ilaçla ya da cerrahi yöntemle bir tedavi uygulanması gerekir. Cerrahi tedavinin ön planda düşünüleceği durumlar arasında, hastanın hemodinamisinin stabil olmaması, ektopik kitlenin rüptür (patlama) ihtimalinin yüksek görünmesi, tedavi sonrası takiplere uyum sağlayamayacağından dolayı hastanın ilaç tedavisini istememesi, ya da ilaç tedavisinin başarısız olması bulunmaktadır. Bu kriterler yoksa, dış gebelik odağının ilaçla eritilmesi düşünülebilir.

Dış gebelik için risk faktörleri var mıdır?

Yüksek risk faktörleri, önceden dış gebelik geçirmiş olmak, tüplerle ilgili bir hastalık olması ya da tüplerle ilgili bir cerrahi geçirilmiş olması (tüp bağlama ve sonra tekrardan açılma ameliyatı gibi), rahim içi araç kullanımıdır (RİA’sı olmayan kadınlardan on kat daha düşüktür ama RİA varlığında oluşan gebeliklerin çoğu dış gebeliktir).

Orta dereceli risk faktörleri, pelvik enfeksiyon geçirmiş olmak, infertilite (bu hasta grubunda tüplerde sorun olma olasılığı daha yüksek olduğundan), birden fazla cinsel partneri olmak, sigara kullanımıdır.

Dış gebeliğin ilaçla tedavisi nasıldır?

Dış gebelik tedavisinde, mutlak cerrahi gerektiren durumların yokluğunda, bazen metotreksat adlı ilaç kullanılmaktadır. Metotreksat, romatizma ve kanser tedavilerinde de kullanılan bir ilaçtır. Dış gebelikte metotreksat tedavisi için uygun adaylar, hemodinamik olarak stabil olanlar, tedavi sonrası takiplerini aksatmayacak ve tıbbi tedavi için istekli hastalar, beta hCG konsantrasyonu ≤5000 mIU/mL olan ve fetusun kalp atımlarının görülmediği hastalardır. Dış gebelik kesesinin 3 – 4 cm.’den daha küçük olması da bir hasta seçim kriteri olarak kullanılabilir, ancak bu tedavinin başarılı olacağını garanti eden bir kriter değildir. Kesinlikle metotreksat kullanılamayacak hastalar, hemodinamik olarak stabil olmayanlar, dış gebelik kesesinin patladığı ya da patlamak üzere olduğu hastalar (karın içinde 300 mL’den daha fazla serbest sıvı olanlar), başlangıçta yapılan ölçümlerinde kan, böbrek ya da karaciğer laboratuvar değerlerinde bozukluklar olanlar, immünyetmezliği olanlar, metotreksata karşı bilinen aşırı duyarlılığı olanlar, eşzamanlı olarak rahim içinde sağlam bir gebelik kesesi de olanlar, emziren annelerdir. Kanda gebelik testi yüksek olduğunda metotreksat denenebilirse de, tedavi genellikle başarısız olur.

Metotreksat, her zaman hastanede yatarak uygulanır ve öncesinde bazı laboratuvar testleri yapılır. En sık uygulama şekli sistemik olarak damar içine uygulanmasıdır. Tek doz olarak ya da çoklu dozlarda uygulanabildiği protokolleri mevcuttur. Tedavi sonrasında hastalar sıkı takip edilir.

Dış gebeliğin cerrahi tedavisi

 

 

 

 

Transvaginal ultrasonda açıkça tüplerde yerleşmiş bir dış gebelik görülürse ya da dış gebeliği düşündüren bir adneksiyel kitle saptanırsa cerrahi tedavi planlanır. Ameliyat kapalı ya da açık olarak yapılabilir, ancak dış gebelik ameliyatları büyük çoğunlukla, laparoskopi yani kapalı yolla başarı ile tamamlanabilmektedir. Bu nedenle artık çoğunlukla laparoskopik yol tercih edilmektedir. Ameliyat, tüplerin alınması, açılarak dış gebelik odağının tüpten çıkarılması ya da tüplerin sağılması ile dış gebelik odağının alınması şeklinde yapılır. Hemodinamik olarak stabil olan ve etkilenen tüpün fonksiyonlarının normal olacağı düşünülen durumlarda, tüpün delinmesi; kontrol edilemeyen kanama, aynı tüpte tekrarlayan dış gebelik vakası, tüpün çok hasar görmüş olması, 5 cm.’den daha büyük dış gebelik kesesi varlığı ve fertilitenin tamamlanmış olduğu durumlarda tüplerin alınması tercih edilir.

Hangi dış gebelik vakaları tedavi edilmeden takip edilebilir?

Dış gebelik durumunda, tüplerin yırtılması riski düşük olan kadınlarda bekleme tedavisinin başarı oranı yaklaşık olarak %70 civarındadır. Bekleme tedavisi, gebeliğin yerleşim yeri tespit edilememiş ya da kanda gebelik testi sonuçları düşük seviyede olan / yükselmesi gerekirken düşen hastalarda uygulanır. Dış gebelikte bekleme tedavisinin kesin olarak uygulanmaması gereken durumlar arasında artan karın ağrısı gibi tüplerin yırtılma riskinin yüksek olduğunu gösteren belirtiler olması, hastanın takibe gelemeyeceğini belirtmesi bulunmaktadır. Bekleme tedavisinin başarılı olacağının tahmin edilmesine yarayacak ultrason bulgusu yoktur, bununla birlikte bekleme tedavisi sadece transvaginal ultrasonda rahim dışında bir kitle ya da gebelik kesesi görülemeyen hastalarla sınırlı olmalıdır. Dış gebelikten şüphelenilen kadınlar için, serum beta hCG seviyesi >200 mIU/mL ise bekleme tedavisinden kaçınılmalıdır; bu hastalar daha çok metotreksat ya da cerrahi tedavi için adaydır. Hiçbir semptomu olmayan ve bekleme tedavisi uygulanan semptomsuz kadınlarda, beta hCG seviyesinin yavaş azalması ya da aynı düzeyde kalması durumunda bekleme tedavisine devam etmek ya da metotreksat kullanmak düşünülebilir.


Yumurtalık kisti : iyi huylu mu ? Kötü huylu mu ?

yumurtalık kistiYumurtalıklardan birinde bir kist tespit edildiğinde, ilk yapılması gereken, tanı yöntemleri kullanılarak kistin iyi huylu mu (benign) yoksa kötü huylu mu (malign) olduğunun anlaşılmaya çalışılmasıdır.

Bunun için fizik muayene, hasta hikayesi, ultrason, manyetik rezonans (MR), bilgisayarlı tomografi (BT), PET ve CA 125 kan testi gibi inceleme yöntemlerine başvurulur. Ancak hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, kesin tanının konabileceği tek yok kistin çıkarılarak patolojik incelemeye gönderilmesidir.

Devamını Oku


Pelvik organ sarkması (Rahim sarkması)

normal-pelvisPelvik organ sarkması, ya da halk arasında daha sık kullanılan bir deyişle “rahim sarkması”, oldukça sık görülen bir durumdur. Sarkma, karın içerisinde yer alması gereken rahim, idrar kesesi, rektum gibi organların, aşağıya doğru sarkarak karın dışına doğru yer değiştirmesidir.
Bir çok kadın, sarkma nedeniyle günlük yaşamlarını, cinsel işlevlerini ve egzersiz yapabilmelerini etkileyen semptomlar yaşarlar.

Devamını Oku


Pelvik organ sarkması (Rahim sarkması) tedavisi

vaginal pesser

Tedavi, şikayeti olan ya da beraberinde başka sağlık sorunları getiren durumlarda yapılmalıdır. Örneğin, sarkmanın derecesinden bağımsız olarak üreter (idrar yolları) darlığına bağlı böbrek tıkanıklığı olması gibi tıbbi bir durum ameliyatı gerektirir.

Asemptomatik sarkması olan yani hiçbir belirtisi olmayan hastalarda genellikle tedavi gerekmez. Burada, hastanın şikayetleri ve tedaviden beklentileri esas alınmalıdır.Tedavi seçenekleri arasında, konservatif yaklaşımlar ve cerrahi müdahale bulunur.

Devamını Oku


Memede Kitle

vaginal pesser

Meme Sağlığı: Memede ele gelen kitle her zaman kanser değildir

Meme rahatsızlıkları, örneğin memede ele gelen kitle, meme ağrısı ya da hassasiyeti her yaştan kadında sık görülen durumlardır. Memede bir problem olduğunda sıklıkla korkutucu olsa da, bununu çoğunlukla kanser olmadığını bilmek önemlidir.
Memede kitle farkedilirse
Sizin ya da hekiminiz meme muayenesinde bir kitle farkederse, bu sizi korkutmasın. Tek başına muayene ile meme kanseri teşhisi konmaz. Kadınlarda 20 – 50 yaş arasında görülen meme kitlelerinin çoğu kanser değildir! Bununla birlikte, farkedilen her kitle önemle ve titizlikle incelenmelidir.

Devamını Oku


Memede ağrı, akıntı ve diğer belirtiler

memede ağrı

Meme ağrısı ve memede hassasiyet

En sık görülen meme ağrısı nedeni, adet döngüsünü düzenleyen hormonlar tarafından oluşturulan ağrıdır. Bu hormonal değişiklikler, adet dönemi başlamadan önceki günlerde her iki memede de ağrı yapabilir. Bu ağrı adet dönemlerinde olduğu ve geçtiği için “siklik” meme ağrısı olarak adlandırılır. Siklik meme ağrısı, genelde meme kanseri ya da başka ciddi sorunlarla alakalı değildir.

Devamını Oku


Endometriyozis (çukulata hastalığı – çukulata kisti).

memede ağrı

Endometriyozis, normalde rahim içerisinde bulunan dokuya benzer bir dokunun, rahim dışarısında bir yerde de gelişmesi durumudur. Rahim yani uterus içindeki dokuya “endometriyum”, bu dokunun rahim dışarısında yerleşmesine ise “endometriyozis – çukulata hastalığı” adı verilir. Endometriyozis en sık yumurtalıklar, tüpler, bağırsaklar ve uterusun dış yüzeylerinin üzerine yerleşir.
Endometriyozisin nedeni bilinmemektedir. En yaygın teori, adet kanının bir kısmının endometriyum dokusundan bir kısımla birlikte geriye akarak, tüplerden geçip pelvise yani karın içine yayılmasıdır. Bu doku, karın içerisindeki diğer organların üzerine yapışarak oralarda büyür. Buna benzer birçok başka teori de ileri sürülmüşse de, endometriyozisin kesin nedeni ispatlanamamıştır

Devamını Oku


Emzirmede sık karşılaşılan bazı sorunlar

memede ağrı Emzirmede en sık karşılaşılan sorunlar, meme başı çatlakları, meme başı ağrısı – hassasiyeti, meme angorjmanı, süt kanallarının tıkanması ve süt kistleri denen galaktosellerin oluşumu, hafif rahatsızlık ya da belirgin ağrı olabilir ve bu sebeplerden bazı anneler bebeğini emzirmeyi bırakır. Ancak bu problemlerin tamamı etkin bir şekilde tedavi edilebilir ve aslında annenin bebeğini emzirmesine engel olmamalıdır. Angorjman, memenin süt birikimine bağlı olarak şişmesidir, bu çok ağrılı olabilecek bir durumdur. Angorjmanı olan bazı kadınlarda memeler sertleşir ve sıcaktır ve dokunmakla çok şiddetli ağrı yapar. Bu durum annede ateş de yapabilir. Angorjmanın tedavisi, memenin bebeğin emzirilmesi ile sık ve tamamen boşaltılmasıdır. Angorjman durumunda meme sütle dolarak şiştiği için bebeğin emmesi de zor olabilir, çünkü meme başı da düzleşir. Doğru emzirme tekniğiyle bu sorunun üstesinden gelinebilir.

Devamını Oku


Süt hormonu: Prolaktin. Dost mu düşman mı?

Prolaktin Beynimizin hipofiz adlı bölümünde salgılanan prolaktin isimli hormonun, diğer bir deyişle süt hormonunun, üreme ve gebelikte önemli fonksyonları vardır.

Prolaktinin temel işlevi, hamilelik boyunca östrojen ve progesteron adlı hormonlar tarafından süt üretmek üzere hazırlanmış olan memelerden süt salımını sağlamaktır. Prolaktin, süt vermekte olan kadınlarda ovülasyonu da önler (yani eskilerin deyimiyle süt korur), ancak unutulmamalıdır ki bu etki kesin bir etki değildir ve bu etkiye güvenmeyerek daha etkili bir doğum kontrol yöntemi kullanılmalıdır.

Devamını Oku


Myoma uteri ( rahim uru ): Nedir, ne değildir?

Rahim uruMyoma uteri ya da kısa söyleyişiyle myom / ur, kadınların en sık rastlanan iyi huylu tümörüdür. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık %20 – 30′unda görülür. Menopoz öncesi dönemdeki en sık rahim alınma ameliyatı nedenidir.
Myomların neden oluştuğu kesin olarak bilinmemektedir. Çocuk sahibi olmamak, anovülasyona bağlı karşılanmamış östrojen üretimi, obesite, beyaz ırk risk faktörleridir. Bütün bu bilinen risk faktörlerine rağmen, normal rahim dokusunun neden myoma dönüştüğü bilinmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çözümü giriniz *

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.